E.C.A.
COPA
200x200 piksel Reklam Alanı

Küresel Isınmaya Ters Köşeden bir Bakış...

Küresel Isınmaya Ters Köşeden bir Bakış...

20 Aralık 2012 | KONUK YAZAR
16. Sayı (Kasım-Aralık 2012)

Y. Mimar Çelik Erengezgin www.erengezgin.net
Buzul çağının yaklaşık 2.500.000 yıl önce başladığını, kutuplarımızı tamamen örten buzdan takkelerin 12 bin ila 50 bin yıllık periyotlarda büyüyüp küçüldüğünü, en son geri çekilmenin ise 10 bin yıl kadar önce, ama altı aylık bir zaman diliminde gerçekleştiğini söylüyor bilim adamları...

Yani biraz değil, hayli hızlı olmuş geçiş dönemi...
Dünya’nın güneş etrafındaki ve güneşin ait olduğu galaksinin etrafındaki yörüngesinde meydana gelen değişiklikler ile zaman zaman çoğalan güneş lekeleri ve manyetik kuzeyin alt üst olmasına kadar giden eksen kaymaları, buzul çağına geçişleri doğuran nedenler olarak yer almakta.

Çatalhöyük yerleşimi tam da o tarihe denk geliyormuş meğerse... Buz çağında ilk göçlerin Orta Asya’dan yola çıkıp Bering Boğazı buz köprüsü üzerinden Amerika ve Asya kıtasına dalgalar halinde üç ayrı zamanda gerçekleştiği ve ilk göç dalgasının 15 bin sene öncelerinden başladığını, çok geniş bir araştırmaya dayanarak Nature Journal America dergisi son aylarda yayınladı. DNA’larına kadar didiklenen Kızılderililerle, Orta Asya ve de Anadolu kavimlerinin aynı kökten geldiğinde artık tereddüt yok; ama konumuz o değil...

Bir öncekiler de o uzun süreçte, “buzların yayılması ve geri çekilmesi” biçiminde farklı periyotlarda tekrarlanıp durmuş. Bu arada, dünya üzerindeki birçok göl de buzulların üzerinde hareket ettiği kayaçları oyarak açtığı çukurlarda oluşmuş. Sadece eriyen buzullar nedeniyle değil, tam tersine, buz yüzünden ağırlaşan kıtaların batması yüzünden de deniz seviyesi bir alçalmış bir yükselmiş. Yani gezegenimizin kafası biraz karışıkmış.
Şimdilerde yine; “Buzul Çağı henüz sona ermemiş olabilir ve soğuk dönemin izleyeceği geçici bir sıcak dönemde yaşıyor olabiliriz!” diyor bilimadamları. Öte yandan, “daha önce de olduğu gibi buz örtüsü yavaş yavaş bütünüyle ortadan kalkabilir ve kutup bölgeleri bir gün yeniden ısınabilir” de deniyor. Böyle bir durumda okyanusların su düzeyi yaklaşık 15 metre yükselecekmiş, müjdeler olsun!..

Ezcümle; bir ısınmış, bir soğumuşuz... Yoksa dünyamızın huyu mudur nedir bu küresel ısınma?.. İnsan katkısının önemi makarnada bir “sos” kadar bile değil mi yoksa?.. Yani, bu kadar kolay mı kurtulmak günah keçisi olmaktan?..

Temel sorumuz bu olsun!.. Az biraz dalalım derinlere...
Davranışlarımıza yön veren üç temel dürtü vardır. “Saygıdan, sevgiden ya da korkudan” yaparız ne yaparsak... “Bilgiden” ise nadiren!.. Küresel ısınmanın sebep ve sonuçlarına ilişkin yıllardır sürdürülen tartışmalara bir ucundan dahil olduğumda, benimki de dahil genel kanaat, ilk akla gelen sebeplerden ötürü, yani kendi ellerimizle kurguladığımız bir geleceğe dört nala koşmakta olduğumuzdu.

Ara sıra farklı sesler de duyulmuyor değildi. Özellikle “Petrol tüccarlarının uydurması!” diye göz ardı edilen bir sav vardı. “Tüm petrolü doğalgazı yaksanız, dünyanın bu kadar ısınmasına yol açamazsınız!” diyorlardı. Hani ucunda bir menfaat var gibi ya!.. Hemen suçlandılar,  “Enerji lobisinin dedikodusu !” damgasını yediler.
Şimdilerde, bir başka bilimsel dedikodu var. Farklı kaynaklardan da, bu savı destekleyecek bilgi akışı var. Birkaç hatırı sayılır uzmandan yorum talep ettim o yüzden. Mağmadaki olağandışı hareketlilikten bahsediliyor. Küresel ısınmayı da önemli ölçüde ona bağlıyor son bilgiler. Eksen kaymasındaki yeni hareketlenmeye dikkat çekiliyor. Binlerce asırdır süregelen iklim değişiklikleri için de “Milyon yıl önce petrol mu yanıyordu?” deniyor..
Diğer taraftan yine bilimadamları, 25-30 km’lik toprak katmanının bile mağmanın  ısısını yeryüzüne iletme ihtimalinin olmadığını söylüyor. Nerede kaldı ki 5000 km derinlikteki ısıl değişikliğin...

Bir başka pencereden
Al benden de buna karşı bir açıklama. Bilindiği gibi dışımızdaki kozmosta, bildiğimiz katı maddeden, yani yıldızlardan ve galaksilerden çok daha büyük oranda yer kaplar uzay boşluğu.
Mikro kozmos dediğimiz iç uzayda da durum hiç farklı değildir. Bir atom çekirdeği ile çevresinde dolanan parçacıklar arasındaki mesafenin, çekirdek büyüklüğünün ortalama on bin katı olduğu söylenir. Yani çekirdeği 10 cm yarıçaplı bir top olarak düşünürsek, elektron en az 1 km ötededir. Sadece kullandığımız göz merceği ile baktığımızda, “boşluğu algılayamadığımız için”, her yeri kaplayan bir toprak tabakası görürüz önümüzde.
Örneğin elektron mikroskobu ile bakabildiğimizde ise aslında muhteşem bir uzay boşluğu ile karşılaşırız birden bire. O zaman, “kim demiş mağmanın ısısı bize ulaşmaz ?” diyesi gelir insanın. Galiba bilimin sınırları da yine insan eli ile yaratılmakta. Yani göremediğini “yok”, ya da görebildiğini “tek gerçek” saymak; kolaycı bir insan hasleti ve derin bir yanılgı olmakta!..

Diğer taraftan, genel kabul gören senaryo şöyleydi biliyorsunuz: “Karaları kirlettik, yetmedi, su da kirlendi elbette. Havayı, yani gökyüzünü de kirlettik sonunda. Olacağı buydu!.. İnsanlar yüzünden oluşan sera etkisi ile ısınan dünyanın harareti gittikçe yükseliyordu işte. Çünkü gelen ışınım geri dönemiyordu artık uzaya!..” Evet bu senaryo hala daha akla yatkın görünüyor. Hala konferanslarımda bu kurguyu kullanarak, “Kalan fosil yakıtların dörtte birini daha yakarsak halimiz dumanmış diyor bilimadamları!” demeye devam ediyorum izleyicilere.
Bu sava destek olarak biliyoruz ki, son yıllarda onlarca bilimadamı biraraya gelerek küresel iklim değişikliğinin insan eliyle olduğunu kendi pencerelerinden kanıtladı. Grafikler de bunu açıkça desteklemekte diyorlar. Geçmişteki buzul çağları için esas nedenin, devasa yanardağlardan püsküren korkunç büyüklükteki lav ve bulutlar olduğu, bu nedenle güneşin gölgelendiği ve art arda buzul çağları yaşandığı tezini ileri sürüyorlar.
Günümüzde böyle bir olay olmadığına göre küresel ısınmanın insan eliyle olduğu daha net biçimde ortaya çıkmakta deniliyor o yüzden. Dedim ya, bendeniz hala bu savı kullanmaktayım.

“Hangisi doğru ya da üçüncü bir doğru var mı?” diye sormanın zamanı geldi sanırım.
İşte tam burada, kuantum mekaniğinin gelip dayandığı son noktayı göz ardı etmemek gerek.. Çünkü, sanki üçüncü doğruya gönderme yapmakta!... “Ne boşluğu kardeşim? Ne uzayda ne dünyada boş bırakılmış tek bir hacim yok” diyorlar. Hatta eskiden bildiğimiz, yerli yerinde döner durur sanılan atom altı parçacıklarının da aslında kafasına göre takıldığını, biz nerede ararsak orada bulabileceğimizi söylemekteler. Yani bir anlamda “evreni tanımlayan, doğrudan gözlemcidir” denmekte. Hatta “bildiğimiz elektron da ne parçadır ne dalga!.. Hem odur hem öteki!..” denilerek, adeta temel fizikle iyice dalga geçilmekte.

Bu konuların uzmanı sevgili arkadaşım Prof. Dr. Yunus Çengel durumu şöyle özetliyor: “Bir şey, bazen elma bazen armut gibi görülüyorsa o şey ne elmadır ne de armut. Kuantum mekaniğine göre bir şey ayni anda bir çok yerde olabilir ve birbiri ile zamansız etkileşebilir. Yani atom altı alemde, zaman ve mekan kavramları çökmektedir. Elektron, atomun her yerindedir. Ancak, bazı yerlerde varlığının hissedilmesi ihtimali daha yüksektir. Elektron denen şey, bir “ihtimal dağılım fonksiyonu” ile ifade edilebilir ancak.”
Ne olacak şimdi? Kim haklı kim haksız? Kabahat nedir?  Varsa kimdedir?.. Olana tabi mi olmaktayız, yoksa onu etkilemekte miyiz?  Ancak yüzde 5’ini ölçebildiğimizi bilimin itiraf ettiği kainatın yüzde 95’inde neler olmakta?..

CERN’de ki ışık hızına yakın çarpışma deneyinde gözlemlenmesi ümit edilen en küçük Higgs parçacığına “Tanrı parçacığı” adının verilmesi ilginç ve manidar değil midir? Ne kadar dışındayız ya da ne kadar içimizdedir varoluş süreci?

Halk ozanı Nesimi; “kah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi, kah inerim yeryüzüne seyreder alem beni!.” demiş. Yukarıdan bakınca birlik, bütünlük, hatta kendisini gizleyen bir basitlik içindeki varoluştan, şimdilik dönelim yine yeryüzünün görünen yüzüne. Ve o düzlemde neler yapabileceğimize tekrar göz atalım.

Temel yanlışlar

Petrol severlerin, kendilerini aklamak için kullandıkları bahanenin temel yanlışı şu idi: Petrol ve türevlerinin çevre kirliliği ve yarattıkları türlü çeşitli sendromlar, dünyanın ve üzerinde yaşayanların sağlığını hiç mi etkilemiyordu?.. Bu soruyu hiç sormuyorlardı. Yani sadece dışımızdaki bir nedenle oluşan büyük bir evrensel ders ya da tokat mı, “sonumuz geldi!..” feryadı mı çevirecekti bizi yattığımız yeri ve yemek çanağımızı pisletmekten?..

Sadece korkudan mı vazgeçecektik fosil yakıtlardan ve nükleer macerasından; yoksa bize her türlü nimeti sunan dünyayı sevmemizin gereği olarak, koruyup kollamak gerektiğinin bilinci ile yapmamız gereken zaten bu değil miydi?.. Yani korkudan değil de saygıdan ötürü çeki düzen veremez miydik yaşantımıza?.. İlle de büyük felaket mi gerekecekti küçük yanlışlardan vazgeçmek için?..

Genellikle düşülen, “iki ayrı yanıltıcı beyana” da dikkat çekmek isterim. Ağaçlar dahil, yerkabuğu üstünde yetişen bitkisel ürünlerin yanmasından oluşan karbon miktarı, yetişirken doğadan aldığından bir fazla olamaz. Aksi, eşyanın tabiatına aykırıdır. Karbondioksit salımı yüzünden biyodizel, petrolden daha tehlikeli demek asparagas olur o yüzden. Topladığı karbondan daha azını geri verdiği için küresel ısınmaya değil, soğumaya neden olacağı rahatlıkla söylenebilir bitkisel yakıtların.

Ya da, yine sevgili arkadaşım Prof. Dr. Engin Türe’nin yıllardır kamuoyunu ikna etme gayreti içinde olduğu, “ülkemizin enerji sorununu çözebilecek önem ve değerdedir” diyerek dikkat çektiği; tatlı Sorgum benzeri, çok yüksek kalorili enerji bitkilerini tarımla rekabet etmeyecek çorak yerlerde yetiştirmek ve enerji amaçlı kullanmak, “doğaya ve tarıma ihanettir” diyebilmek, önemli ölçüde bilgi noksanıdır, düpedüz cehalettir...
Konuya, “yenebilecek iken, tarımsal ürünlerin yakıt amaçlı kullanılması ne kadar doğrudur?” demek ve besin alanlarının azalma endişesi açısından bakmak başka şey, bu girişimlere fosil yakıtlardan “daha tehlikeli” demek başka şeydir. Yukarıdaki dengeyi bozan, toprağı kazarak, aşağıdan çıkardığımız petrol, doğalgaz ve türevleri ile kömürü yakmaktır bilindiği gibi. “Bir kaşık atığı var ne olmuş?” bilgisizliği ile nükleere bel bağlayıp nesiller boyu radyoaktif kirlilik yaratmaktır. İkinci genel sıkıntı ise, zihinlerde yaratılan “kıtlık” bilincidir. “Çaresiziz!” yanılsaması ile karanlık bir gelecek senaryosuna toplumsal katkı sağlayarak “toplumlarda aslen var olan çözüm enerjisini, kullanmadan tüketmektir.” Ve de her şeyin arkasında “para mafyası arama” takıntısıdır.

Çamur sevenlere!..
Bu arada, bataklık alanda yetiştiği için sera etkisine neden oluyor korkusu ile pirince dahi çamur atmaya çalışan bazı gıda uzmanı hocaların durumu dikkat çekicidir. “Çinliler, Japonlar hatta pilava bayılan Türkler ölsün!..” demekle eşdeğerdir bu tespit... Muhallebi, sütlaç ve çocuk mamaları da tehlikede bu gidişle. Tam bir hedef saptırmadır bu. Çözümden uzaklaştırmadır. Bunun farkında değillerse, daha da vahim demektir durum. Vebali boyunlarına!.. Kolestrol benzeri bir öcü yaratıp, ilaç sektörü iyice doyduktan sonra pişman olmaya benzemesin sonları. Ünlü bir tıp profesörümüz, “Tıbbın en son tutkusu ve yanlışı, olmayan hastalığı yaratıp, tedavisini satmak” demiş. Ağzına sağlık...

Vaktiyle sivrisinek yapmasın diye bataklıkları kurutmaya çalışan işgüzarlar yüzünden doğal dengelerin bozulduğunu, çok sonra fark etmişti biyologlar ve tüm insanlar. Tam tersini de, büyük barajlar yapmakta bilindiği gibi. “Su akarken bakmak olmaz!” deyip dev barajlarda suyu toplamak da, 100 yılı geçemeyen kısacık işlevsel ömrü boyunca muazzam bir su kütlesi ile canına okumaktadır iklimsel ve yaşamsal dengelerin. İşlevi sona erdiğinde ise geride başa bela dev bir beton hurdası ile dev bir çamur çukuru bırakarak bir daha okuyacaktır doğanın canına!..

Var olanı yok ederek ve olmayanı var ederek, yani mevcut dengeleri bozarak, sonunda yine içine etmekteyiz doğanın. Son beş yılda irili ufaklı yüzlerce barajı sırf bu yüzden, yani, astarı yüzünden pahalı olduğu ve günahı sevabından fazla geldiği anlaşıldığı için yerle bir eden Amerika’nın davranışı çok dikkat çekicidir.
Tam, temiz enerji olduğuna inandırılırken, geride kaç leşi olduğu anlaşılınca köşe bucak kaçılan koskoca barajlara nispet, nükleer enerjiyi de tertemiz diye nitelemeye kalkışanlar bence derin derin düşünmeli. Ve yine Amerika’nın, enerjinin akıllıca kullanılması ve üretilmesi sayesinde, 78’den bu yana yeni santral yapmaksızın 107 bin MW kapasiteli 97 nükleer santral ihalesini neden iptal ettiğine kafa yormalı.
Bu konularda akademik bir köşeden heyecanlı açıklamalar yapacaksak, önce kendi heyecanımızı kontrol altına almamız faydalı olacaktır bence.

Elden gelen
Evet, kainatın ve dünyamızın durumu bu. Bence anahtar soru da şu: Acaba elimizden geleni, hakkaniyetle yapabiliyor muyuz?..

Bireysel, bölgesel ve siyasal rantları göz ardı edip, insanların ve dünyanın sağlığı adına yeterli ölçekte endişe taşıyor muyuz?.. Dışımızdaki faktörlerin ağırlıklı olarak etkin olduğu evrensel geleceği etkileyemesek bile, yaşamsal riskleri azaltmak adına bir şeyler yapabiliyor muyuz?.. 50-100 yıllık enerji çözümleri niyetine, doğada binlerce yıllık tahribat yaratacağımızı hiç sorguluyor muyuz?..

Özetle, küresel ısınma ve nedenleri konusunda  fikir birliğine varamasak da, üzerinde yaşadığımız dünyaya ve birlikte yaşadığımız insanlara saygının gereğini, hayatımıza yansıtabiliyor muyuz?..
 

R E K L A M

İlginizi çekebilir...

2025, İnşaat Sektöründe Enerji Dönüşümü için Dönüm Noktası Olacak mı?

Avrupa genelinde artan faiz oranları ve inşaat maliyetleri, bina sahiplerini 2024 yılında enerji dönüşüm projelerine yatırım yapma konusunda temkinli ...
9 Ocak 2025

Mekanik Tesisatın Yeni Yüzyılı: Tesisat Sektörünün Dört Bileşeni

GHİYO'dan okuldaşım, İş ve Pazar Geliştirme Stratejileri Mentoru değerli dostum Yavuz Can Yazıcı, Four Essentials izlenimlerini yazdı....
8 Mayıs 2024

ISO 14067 Ürün Karbon Ayak İzi Hesaplama ve Doğrulama

Son zamanlarda, iklim değişikliği konusu giderek daha önemli hale gelmektedir. İklim değişikliği, dünya genelindeki birçok ülkeyi etkisi altına almakt...
5 Nisan 2024

 
Anladım
Web sitemizde kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerez (cookie) kullanılır. Daha fazla bilgi için lütfen tıklayınız...

  • Boat Builder Türkiye
  • Çatı ve Cephe Sistemleri Dergisi
  • DoÄŸalgaz Dergisi
  • Enerji ve Çevre Dünyası
  • Su ve Çevre Teknolojileri Dergisi
  • Tersane Dergisi
  • Tesisat Dergisi
  • Yalıtım Dergisi
  • Yangın ve Güvenlik
  • Ä°klimlendirme Sektörü KataloÄŸu
  • Yangın ve Güvenlik Sektörü KataloÄŸu
  • Yalıtım Sektörü KataloÄŸu
  • Su ve Çevre Sektörü KataloÄŸu

©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Åž. | Sektörel Yayıncılar DerneÄŸi üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.