Ekolojik Mimarinin Maliyeti
Ekolojik bina yapmak isteyenlerin herhalde ilk sorduğu sorulardandır: “Maliyeti ne kadar artırır?” Konunun uzmanı geçinenler, yanılma paylarını mümkün olduğunca geniş tutmaya çalışarak, “Yüzde 10 ilâ 40 arasında artırır” gibi cevaplar verirler. Çünkü gerçek cevap karşı tarafı tatmin etmez, uzmanın da uzmanlığına gölge düşürür: “Bilmiyorum; ortada belirli bir proje olmadan rakam telaffuz edilemez. Kimi projelerde maliyeti artırır, kimilerinde düşürebilir bile”... Tabii açık olarak belirtilmese de burada kastedilen, “‹lk Yatırım” maliyetidir. Çünkü binanın faydalı ömrü ele alındığında (Life-Cycle Cost Analysis), ekolojik bir bina zaten konvansiyonel bir yapıya göre daha az maliyet taşır. Çünkü genellikle ilk yatırım maliyetine göre kat kat fazla olan işletim maliyetlerini azaltır, bazen de ortadan kaldırır. Zaten öyle olmasa, ekolojik mimari örnekleri hiç gerçekleşmezdi. Peki neden ilk yatırım maliyeti bu kadar önemli? Binayı kendi kullanımları için değil de, satmak amacıyla inşa edenler için bunun cevabı açık: ‹lk yatırım maliyeti ne kadar yükselirse, kârlılık o kadar düşer. En azından alışılagelmiş, “Müteahhit ‹şi” binalar söz konusu olduğunda durum böyle. Gerçi ekolojik binalarda, özellikle giderek yaygınlaşan Yeşil Bina sertifikalarından birine sahiplerse, hem satış hem de kiralama getirilerinin normal binalara göre daha yüksek olduğuna işaret eden ciddi araştırmalar bulunmaktadır. Ancak yurdumuzda henüz bu tür araştırmalar olmadığından, söz konusu artışın ne kadar olacağı, hatta olup olmayacağı bilinememektedir. Hal böyle olunca müteahhitler ekolojik bina üretimini riskli bulmaktalar. Ancak binayı kendi kullanımı için inşa edenler dahi ilk yatırım maliyetlerinin yükselmesinden rahatsızlık duyuyor, hatta yükselen maliyetler nedeniyle ekolojik bina yapmaktan vazgeçiyorlar. Vazgeçmeseler bile çoğunlukla ilk hedeşediklerine göre “sulandırılmış” bir ekolojik binaya razı oluyorlar. Kimi durumlarda bunun sebebi imkansızlık olabilir. Kişinin bütçesi, İmar Kanunu ve yönetmeliklerinin belirttiği minimum özelliklere sahip bir binadan ötesini yapmaya yetmeyebilir. Ancak kimi zaman bütçesi müsait müşterilerin dahi ekolojik özellikleri “pahalı” bulup uygulamaktan vazgeçtikleri gözlenir. Üstelik aynı müşterinin, metrekare maliyeti söz gelimi 15 TL’yi aşmayacak zemin kaplaması yerine, 100 TL’lik “lüks” (ama muhtemelen üç-beş sene sonra modası geçecek) bir zemin kaplaması tercih ettiği görülebilir. Böyle durumlarda kişinin ne tür motivasyonlarla hareket ettiğini belirlemek zor olabilir. Bu tür bir araştırma en azından okumakta olduğunuz makalenin kapsamını aşıyor. Ancak çok sık duyulan nedenlerden biri, “geri dönüş süresinin uzun olduğu”; yani söz konusu ekolojik özelliklerin ilk yatırım maliyetlerini uzun sürede çıkartacakları (geri döndürecekleri) yönündeki inanıştır. Buradaki uzunluk algısı elbette ki görecelidir. Kimisi için sekiz sene, kimisi için on iki sene kabul edilebilecek geri dönüş süreleridir. Ama genellikle yatırım, o sırada geçerli olan faiz oranlarının altında getiri sağlıyorsa, uygun bir yatırım olarak görülmez (çünkü aynı para bankaya yatırılarak daha fazla gelir elde edilebilir). Tabii burada içinde bulunduğumuz sürekli büyümeye endeksli, daha açık bir ifadeyle, para arzının sürekli büyümesi esasına dayalı ekonomik düzenin kritik bir bakış açısıyla ele alınması gerekir. Dünya kaynaklarının sınırlı olduğu düşünülürse, sürekli büyüyen bir ekonominin sürüdürülemez olduğu açıktır. 2008 yılında yaşanan (ve etkileri hâlâ süren) finansal kriz bize bu konuda önemli bir ders verdi. Ancak halen enşasyonist para politikasının hüküm sürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. Bu durumda da, menkul yatırım araçlarının sağladığı zannedilen sanal getiriler, gerçek getirisi olan yatırımların önünü kesiyor. Peki ne yapmak gerek? Öncelikle genel tüketim alışkanlıklarımızın gözden geçirilmesi şart. Buradan kesinlikle dünya nimetlerine sırt çeviren, hippi bir yaşam tarzının benimsenmesi gerektiği anlamı çıkmamalı. Ekolojik mimari kesinlikle “Zoraki Tasarruf” prensibine dayanmaz. Ancak şiarı adeta, “Tüketmek için Yaşa” olan tüketim toplumu psikolojisinden de kurtulunması gerekli. Evini ya da otomobilini statü sembolü olarak gören, özdeğer ve özgüveni mal varlığına dayalı olan kişiler için ekolojik mimari uygun olmayabilir. Çünkü onlar daima komşularından daha büyük bir eve sahip olmak isteyecek, misafirlerine “hava atmak” için aşırı masraf yapacak, hep daha büyüğünü, daha pahalısını isteyeceklerdir. ‹kincisi, bina tasarım ve üretim yöntemlerimizin tümüyle gözden geçirilmesi gerekir. Alışılageldik bina tasarım yöntemi, mimar ile başlayıp, inşaat mühendisi, elektrik mühendisi, makine mühendisi ve gerekli olduğu durumlarda jeofizik mühendisi, yapı fiziği uzmanı gibi kişilerin dahil olmasını içeren doğrusal (lineer) bir süreç izler. Bu tasarım yönteminin dezavantajı, tüm bu kişilerin baştan bir arada çalışarak elde edebilecekleri sinerjiden yoksun olmasıdır. Oysa tüm takım oyuncularının projeye en başta dahil edildiği, bütüncül bir tasarım yöntemi, özellikle enerji tasarrufu ve ilk yatırım maliyeti konularında önemli avantajlar sağlar. Baştan enerji tasarrufu odaklı tasarlanmış bir bina, ilk yatırım maliyetini çok az veya hiç artırmadan tasarlanabilir. Bir bina tasarlanırken pek çok farklı “kaygı” güdülür: Estetik açıdan tatminkar olması, kullanışlı olması, mekânlarının geniş olması, gösterişli olması, depreme veya yangına dayanıklı olması vs. Çoğu zaman “enerji tasarrufu sağlaması” bu kaygıların arasında yer almaz, ya da en azından öncelikli bir kaygı değildir. Çünkü önce fosil yakıtlar, ardından da nükleer enerjinin yaygın kullanıma girmesiyle birlikte yüz yılı aşkın süredir insan nesli ucuz ve bol miktarda enerjiye boğulmuş durumda. Bu enerji bolluğu zaman zaman sekteye uğramadı değil. Örneğin 1979 petrol krizi, dünyaya “Az Enerjili” bir yaşamın neye benzediğini acı bir şekilde hatırlattı. Ama son yüzyılın büyük bölümü enerji bolluğu içinde geçti. Dolayısıyla enerji tasarrufu genellikle önceliklerimiz arasında yer almadı. fiimdi tekrar ilk yatırım maliyeti konusuna geri dönelim. Ekolojik bir bina söz konusu olduğunda maliyetler neden artıyor? Ya da en azından neden ekolojik binaların ilk yatırım maliyetlerinin yüksek olduğu yönünde yaygın bir inanış var? Bu soruların çok çeşitli yanıtları var. Sırasıyla ele alalım: Öncelikle, ekolojik binalara mevcut tüketim alışkanlıklarımız çerçevesinden baktığımız için ilk yatırım maliyeti yüksek çıkıyor. Bir örnekle açıklamaya çalışalım: Ekolojik binalarda çoğu zaman maliyete en çok etki eden yenilenebilir enerji kaynaklarıdır. ‘Bina, kısmen de olsa kendi enerjisini üretsin’ diyorsak, bunun bir maliyeti olacaktır. Dört kişilik ortalama bir konutu ele alalım. Böyle bir konutun elektrik tüketimi genellikle günlük 10 kWsaat mertebelerindedir. Kullanılan beyaz eşyalar çoğu zaman beş-on yıllıktır, dolayısıyla enerji verimleri günümüzde üretilen A ve A+ cihazlara göre oldukça düşüktür. Sıcak su genellikle elektrikli bir su ısıtıcısından sağlanmaktadır. Ampullerin bir kısmı ya da tümü akkor (tungsten) ampul olabilir. Üstelik çoğu zaman ailenin elektrik kullanım alışkanlıkları da olumsuzdur: Buzdolabından yiyecek alırken kapısı uzun süre açık tutulur, hatta bir süre açık unutulur. Sıcak su musluğu su damlatır (damlatan bir sıcak su musluğu sadece su israfına değil, aynı zamanda enerji israfına da yol açar). Eve gelen temizlikçi, elleri üşümesin diye yerleri ve camları sıcak suyla siler. Odadan çıkarken ışık açık unutulur. Bilgisayar ve diğer elektronik aygıtlar kullanılmadıkları zaman açık bırakılırlar ya da “Hazırda Bekleme/Stand-by” moduna alınırlar. Söz konusu cihazlar bu modda kimi zaman ciddi miktarda (ortalama bir kompakt şuoresan ampul kadar) elektrik tüketirler. Oysa şöyle bir ev düşünsek: A ve A+ enerji sınıfı beyaz eşyalarla donatılmış, kompakt şuoresan veya LED ampullerle aydınlatılan, sıcak suyunu güneşten veya mekan ısıtmasında kullanılan enerjinin “atık” kısmından (bu konuyu aşağıda irdeleyeceğiz) elde eden, elektrik kullanım alışkanlıklarını ciddi biçimde gözden geçirmiş aile bireylerini barındıran ve hatta akıllı ev teknolojisini “siz eve gelmeden fırında tavuk pişirmek” için değil de, örneğin hangi aygıtı hangi saatte kullanırsanız daha az enerji tüketimine yol açacağını bildiren, açık unutulan lambaları sizin için söndüren bir sistemle donatılmış. Böyle bir evin elektrik tüketimi, yukarıda bahsi geçen “normal” evin yarısı, hatta üçte birine inebilir. Yani 10 kWsaat’lik günlük tüketim 5 kWsaat, hatta 3,5 kWsaat mertebelerine çekilebilir. Bu durumda evinizin çatısına monte etmek isteyebileceğiniz fotovoltaik panel sisteminin maliyeti de en az yarı yarıya azalacaktır. Enerji verimliliğini artırarak üretim maliyetlerinin aşağı çekilmesinden bir adım ötede, birbirini besleyen sistemlerin benimsenmesi yer alır. “Birbirini Besleyen”den kasıt, bir sistemin atıklarının diğer bir sistem için hammadde teşkil etmesidir. Bu tür sistemler aslında hepimizin çok iyi bildiği sistemlerdir, çünkü hepimiz böyle bir sistemin içinde yaşıyoruz: “Doğa”. Doğada bir canlının atıkları, diğer bir canlının gıdası olur. Tüm varlıklar birbirleriyle etkileşim içinde yaşarlar. Bu şekilde doğal döngüleri esas alarak tasarlama eylemine “Biyomimesis” adı verilmektedir. En iyi biyomimesis örneklerinden biri belki de Whirlpool firmasının konsept tasarımı olan Green Kitchen’dir. Green Kitchen (Yeşil Mutfak), yiyecek sağlama, yıkama pişirme ve diğer mutfak faaliyetlerinin, hep birbirini besleyecek şekilde tasarlanması prensibine dayanır. Buzdolabı kompresörünün ürettiği atık ısı, bulaşık makinesi suyunun ön ısıtması için kullanılır. Benzer şekilde, ocağın üzerindeki davlumbaz, pişirme eylemi sırasında ortaya çıkan ısının bir kısmını soğurur ve bu ısıyı yine su ısıtmak için kullanır. Fırından çıkan sıcak ve rutubetli hava, mutfağın üst kısmında yer alan bitki bölümüne yönlendirilir. Böylece nane, biberiye gibi bitkilerin yetiştirilmesine olanak tanınır. Eviyeden gelen gri su filtrelenir ve bulaşık makinesinde kullanılmak üzere depolanır. Whirlpool’un iddiasına göre tüm bu sistemler bir arada çalıştıklarında konvansiyonel bir mutfağa göre yüzde 70 enerji ve su tasarrufu sağlanır. Sonuç olarak, ekolojik mimarinin “çok pahalı” olduğu, ilk yatırım maliyetlerini karşılamadığı gibi inanışlar çoğunlukla yersizdir. Başta tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirerek, ardından enerji ve hammadde tasarrufunu birincil öncelik haline getiren tasarım yöntemleri uygulayarak, ucuz (ilk yatırım maliyeti düşük), bu maliyeti kısa sürede çıkartan ve işletim maliyetlerini ciddi biçimde azaltan (hatta sıfıra indiren) binalar tasarlayabiliriz. İlginizi çekebilir... Dünya Hidrojen Haftası 2024, Enerji Uzmanlarını Kopenhag'da Bir Araya GetirdiDünya Hidrojen Haftası'nda 3.500'den fazla hidrojen profesyoneli, net sıfır ekonomi hedefi doğrultusunda bilgi paylaşımı, inovasyon ve ağ oluş... EIFO Türkiye'de Özel Sektör Finansmanına BaşlıyorKarbon salımlarını azaltmak ve sürdürülebilir bir ekonomiye katkıda bulunmak isteyip finansman eksikliğinden ötürü bunu gerçekleştiremeyen Türkiye öze... İzocam, "Düzenli Depolamaya Sıfır Atık" Projesi ile Çevre Duyarlılığını Zirveye Taşıdıİzocam, çevreye karşı olan duyarlılığını zirveye taşıyan "Düzenli Depolamaya Sıfır Atık" projesini hayata geçirdi. Yıllardır atık yönetimi uyg... |
||||
©2024 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Ş. | Sektörel Yayıncılar Derneği üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.