H. Melih Aşanlı
Tasarımcı/Yazar
Bauhause ekolünün temsilcisi bir okulun yetiştirdiği bir sanatçı olarak, iyi bir atölyeci olma özelliğim sayesinde ilk kitabımda ekolojik yapıların tasarım ve atölye tekniklerine bolca yer verdim. Biraz tasarımın doğasından ve doğada yapılabilecek tasarımlara da değinmeden edemedim. Tasarım konusunun derinliği sebebi ile ancak başka bir kitabın konusu olacağından ve şahsına özel tek bir kitapta bir kısmı yer alabileceğinden, mimari atölyeciliği anlatan kitabımda amacımdan sapmadan yanından geçip bir giriş yaptım. Burada ise eğitimlerimde ve katıldığım tüm söyleşi ile konferanslarımda sıklıkla üzerinde durduğum tasarım konusuna ve ekolojik tasarıma bir giriş yapma niyetim var. Tabi ki bahis konusu tasarım olduğunda, öyle tek bir doğru olmadığının da altını çizmemiz gerekir. Tasarım zaten doğası gereği kişiye özel, algı ve duygular ile var edilir. Aşağıda 18 yıllık tasarım dünyamın, 8 yıllık kırsal deneyimimin, şantiyelerimin, eğitimlerimin yarattığı tasarım dünyasından bahsetmek istiyorum.
Tasarım doğayı gözlemleme ve keşfetme arzusu ile başlar. Bu başlangıç kişinin ilk zamanları ile ilişkilidir. Çocuk gelişimi ve eğitimi olarak adlandırdığımız insanı şehir dinamikleri ile sınırlama döneminde, doğa ile bağlarını koparamayan ve içindeki gözlem dürtüsünü törpüleyemeyen kişilerin tasarım ve problem çözme konusunda daha bir başarılı olmaları da aynı sebeptendir. Sonradan tasarımcı olunmaz. Tasarım elbette ki yapılabilir, göze güzel gelen parçalar kurgulanabilir, süslemeci olunabilir, estetik kaygılar ile farklı disiplinlerde çeşitli kurmacalar gerçekleştirilebilir. Tüm bunlar tasarımın içinde yer alacaktır; fakat kendisi olamayacaktır.
Tasarım, bütüncül bir yaklaşım sergilenmesi zorunlu olan yalın ve detaylar ile bezenmiş insanın zihninde kurulan duygusal bir olaydır. Gelişmiş empati yeteneği ile çözülmesi gereken probleme getirilen güncel, sübjektif sözdür. Her bir tasarım, tasarımcı için biriciktir. Tasarımların dikey bir doğrultuda yer aldıkları inanışı, yarışma kültüründen gelen yanlı bir inanıştır. Birbirinden üstün tasarımlar yoktur. Doğrular ve yanlışlar vardır. Sübjektif ve öznel bir kurgu, dikey değil paralel bir düzlemde seyreder. Başarı popülerlik ile ilişkili değildir. Pop, tasarımın ve sanatın içinde izlenilen yollardan sadece biridir. Önemli olan, tasarımın beslenme çeşitliliğinin sağlanmış olmasıdır.
Ekolojik tasarım da tasarımdan bağımsız değildir. Daha çok bizim son dönemde kullandığımız popüler olan bir yakıştırmadır aslında. Doğduğu doğadan bağımsız, tüketimi attıran bir kurgunun, tasarım ile ilişkisi zaten olamaz. Mimari içinde durum değişemez. Mimarlar önce tasarımcı olma zorunluluklarını bir kenara bırakıp, mesleklerinin teknolojik ve bilimsel taraflarını geliştirdiklerinde, bir kıskacı diğerinden abartılı bir büyüklüğe ulaşan yengeçlere benzerler. Sanattan koptukları oranda ofisteki güvenli yuvasından çıkamayan mühendisler gibi sadece kâğıt üzerinde teknik karalamalar ile tatmin olmak zorunda kalırlar. Böyle bir yaşam, içerde duyulan eksiklik ve güvensizliğin verdiği, küstahlık ve muhteşemlik sanrısı olarak iş hayatına yansıyacaktır. Mesleğinde en zayıf olan için icra ettiği meslek "en kusursuz olan" olacaktır. Bu bünyesinde tasarım olan sanatın içinden doğmuş tüm meslekler için benzerlik gösterir. Doğru beslenemeyen her meslek bozuk bir gelişim gösterir. Aç bırakılanlar ise iyice yamyamlaşacak, yıpratıcı olacaktır. Bahsi geçen örnekleri kol mesafemizdeki iş hayatımızda kolaylıkla görebiliriz.
Sürdürülebilir malzemelerin ve daha temiz enerjinin peşinden gidilmesi yaşamsal bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. İklim değişikliği, enerji krizi, kuraklık gibi problemlere getirilmeye çalışılan çözüm önerileridir. Yapılarda sadece iklim değişikliği ile alakalı tedbirleri almak, "tasarımcı olmak" demek değildir. Sağlıklı, doğal veya endüstriyel ürünleri kullanmak da ekolojik tasarım yapmış olmak anlamına gelmez.
Bir sanat atölyesi düşünelim; bir köşesinde yağlı boyalar, domuz kılı sert fırçalar sıralanmış, diğer tarafında akrilik boyalar, toprak pigmentler, samur fırçalar, hemen yanında model çamuru, yontu kalemleri, devamında ahşap kütükler, oyma takımları olsun. Daha burada saymaya kalksak uzunca bir liste tutacak, ancak sanatçı tarafından durma noktası olan malzeme ve aletler silsilesini zihnimizde canlandıralım. Bu atölyede yapılabileceklerin bir sınırı malzemeler açısından yok gibi gözükür. Oysa tasarım olayı tasarımcının doygunluğu ile ilişkili bir var oluş sürecidir. Malzeme çeşitliliği, kalitesi ekonomiyi; yani ekolojik açıdan genellikle kirli yollar ile üretilebilen parayı tanımlar.
Günümüz Türkiye’sinin elitist mimarisi de böyle bir atölyede kendi varoluş sürecini yaşamaktadır. İçerik bakımından malzeme ve teknik zenginliğimiz vardır. Binlerce yıllık yerel mimari örneklerimizden son dönemde gerçekleştirdiğimiz zavallı betonarme yığınlarımıza kadar kültürler ve teknikler yelpazesine de sahibiz. Bu geniş malzemeler ve teknikler paletinde amacımız, sağlıklı, sürdürülebilir yapılar inşa etmek mi olmalıdır? Amacımız şu an ki çevresel krizden kurtulmak ve günü kurtarmak mı olmalıdır? Popüler olan ekolojik başlığı altında fiyatları yükseltip, organik talebi olan alıcıları soymak mı? Bugüne kadar ki gün kurtarma çalışmalarının toplamında bir çözüme ulaşılmadığı gerçeğinin kabul edilmesi gerekir. Bu ne geçtiğimiz 10 yılın, ne de 100 yılın konusudur. Gün kurtarma hastalığımızın, uzun yıllardır üstümüzden atamadığımız bir alışkanlığımız olduğunu düşünüyorum.
İçinde yaşadığımız şehirlerin ve yaşama alışkanlıklarımızın tekrarının sadece malzemeleri ve renkleri değiştirerek, ekolojik tasarım adı altında görece daha çevreci bir söylemle ortaya atmak, bayat bir yemeğin bir sonraki güne başka bir yemek olarak karşımıza çıkarılmasından başka bir şey değildir. Vitamini kaçmış, besleyici özelliği gitmiş, sürekli maruz kaldığı ısı ile yağı, suyu başkalaşmış bu yemekler bizlerin asıl sorunudur.
Eğitim ve söyleşilerimde sıklık ile karşılaştığım sorulardan biri, bahçe tasarımı ve bitki dünyası hakkındadır. Yapı inşası ve bitki dünyası ayrımı aslında yoktur. Bolca kar etmeyi düşünen bir yüklenici firma değilseniz de (Fırsatçı, cahil bir zihniyet kastedilmektedir) olamaz. Yapılar inşa etmek ile uğraşan tasarımcıların cesur olup, özgün işler ortaya koymaları için yeni bir fırsatımız var.
Küresel Muhtelif Doğal Krizler
Evet, doğanın bizlere ne söylediğini biraz dinlememiz gerekiyor. Eminim “Enerjini temiz elde et!” demek yerine, “Neden bu kadar enerjiye ihtiyacın var?” demek istiyor. Bizler alışkanlıklarımızı değiştirmek istemiyoruz; amacımız onların sürdürülebilirliklerini sağlamak. Bu ölmek üzere olan hasta hayvanını bir an önce kasaba satmaya çalışan leş yediricisinden farksız bir yaklaşım. Oysa içine sıkıştığımız şehir hayatının daha yaşanılabilir olmasını sağlayacak bir fırsat yakalanabilir. İş yerlerinin ve yaşam alanlarının tasarımında, saksılara bitki hapsetmekten vazgeçebilirsek, bunu başarabiliriz. Yapı dediğimiz duvar topluluğunun içinden, birkaç duvarı yıkmak ile işe başlayabiliriz.
Ekolojik tasarım, pasifleştirilmiş günümüz insanının yaşam dinamiklerini değiştirmek ile ilgilidir. Üstlendiği asıl mesele insan yaşamının onarılmasıdır. Sakatlanmış zihinlerin tedavi edilmesi ve duygusal bütünlüğün geri kazanılmasına çalışmaktır. Tasarım odaklı düşünme ve tasarımın ilk maddesi empati yeteneğinin, insanlar tarafından geri kazanılmasına çalışılmalıdır. Bu çalışmalar doğadan ayrı düşünülemez. İnşa edilmiş duvarların içinden de gerçekleştirilemez. Tasarımcıların ve mimarların uğraşmaları gereken konular bunlardır.
Malzeme ömürleri, üretimdeki enerji sarfiyatları, kimyasal salınımları bilim insanlarının tasarrufundadır ve öyle de olmalıdır. Bunları yan yana istiflemenin uzun vadede bir faydası olmayacaktır. Dünyadaki en sürdürülebilir malzemeleri ile kurgulanmış bir yapının içinde, yaşayanın yaşam alışkanlığı değişmediği sürece bir yere varılamaz. Doğasının gerekliliğini yaşayamayan hiçbir canlı için ise mutluluk ve sağlık ulaşılabilir olmayacaktır. Toplumsal alışkanlıkların değişimi, diktatöryel bir rejimin baskıladığı kurallar ile olmayacaksa ancak tasarım ile olacaktır. Uygar insanın çözümü de tasarım ile olmalıdır.
Tasarımda çizgilerin, objelerin ve lekelerin haricinde boşlukların da olduğunu yeniden hatırlamak gerekir. Yaşam alanında bu boşluğun doğa olduğunun idraki son derece önemli. Arazimizin, bahçemizin, caddemizin yaşam alanımız olduğunu ispat edecek tasarımlara ihtiyacımız var. Yağmurun toprak ile değil, asfalt ile buluştuğunda sağlığımızı olumsuz etkilediğini gösteren tasarımların doğması gerekiyor. İzole edilmiş yeşil enerji ile iklimlendirilmiş çalışma alanlarının ekolojik tasarımla bir ilişkisi olamaz ancak ekonomik ve sürdürülebilir bir tasarımla ilişkisi olabilir.
Islanmış saçlar ve çamurlanmış ayaklar ile işe gidebilme özgürlüğümüzü yeniden elimize almamız gerekiyor. Bedenimizi esen rüzgârda, yağan karda, bizi terleten güneşte özgür bırakamadığımız sürece, özgür ruhlara sahip olamayız. İş yerlerimizi, evlerimizi açık alana taşımadığımız sürece, insanlar içinde yaşadıkları dünyanın farkına varamayacaklardır. Bu iş yılda 15 günlük yaz tatilleri ile çözebileceğimiz kadar kolay değil. Kaybettiklerimizi geri kazanmamız gerekiyor.
Ekolojik bir tasarım kışın daha az üşüyen ve doğal iklime uyum sağlayan insanların var olmasına çalışır. İnsan için de içinde yaşadığı doğa için de sağlıklı ve hayırlı olan böyle bir yaklaşımdır. Üşümekten, terlemekten, yürümekten her hangi fiziksel bir aktiviteden kaçılmasını sağlayan bir yaşam alanı tasarlamak, hiçbir sorumluluk almadan ticari bir kaygı ile giden ürünü pazarlamaya çalışan bir tüccar olmaktan öteye gitmemektedir. Mimarlar ve tasarımcılar için cesur davranma ve mesleklerinin gereği olan topluma yön verme görevlerinin bilincinde ve sorumluluğunda olma zamanı gelmiştir. Ruhsal dünyanın sağlıklı olabilmesi için canlının doğasının gereğini yaşayabilmesi gerekir. Böyle bir yaşam alanı tasarlayabilmek ise literatür taramaları ile değil, kendini bilme ile başarılabilir. Doğayı bilmeyen canlılar, önce kendi belleklerini kaybedeceklerdir.
R E K L A M