Doğuş Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü Başkanı Prof. Dr. Semih Eryıldız: 'Mimarlık Bağımlı Değişkendir'
Akademik çalışmalarını çok uzun bir zamandır sürdürülebilirlik üzerine yoğunlaştıran Doğuş Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölümü Başkanı Prof. Dr. Semih Eryıldız, “Mimarlık bağımlı değişkendir; içinde bulunduğu kültürün, toplumun niteliğinin ve yönetim tarzının bir ifadesidir. Onun için mimarlığın çok iyi olması ancak toplumun kültürü ve ekonomisinin iyi olmasıyla mümkündür. Bir ülkede her şey bozukken mimarlığın iyi olması beklenemez” diyor. Yeşil Bina : Hocam uzun yıllardır çalışmalarınızı ekoloji ve sürdürülebilirlik üzerine yoğunlaştıran bir akademisyensiniz... Türkiye’deki bu konulardaki gelişime de bire bir şahitsiniz... Biraz sizi tanıdıktan sonra, yapı sektörünün ekolojik yaklaşım anlamında nereden nereye geldiğini, nereye doğru gittiğini özetleyebilir misiniz?
Prof . Dr. Semih Eryıldız : 1965-70 yılları arasında ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde eğitim görürken hem yurtiçi hem de yurtdışından dünyadaki gelişmeleri takip eden ileri görüşlü hocalarımız vardı. Onlardan etkilenerek çevrenin, doğanın ve doğayı koruyacakgeliştirecek tasarımlar yapmanın, bu doğrultuda politikalar oluşturmanın çok önemli olduğunu Yüksek lisans tezim de çevrebilimle ilgili ayak izinin hafif olması amacıyla, istenildiği anda sökülüp takılabilen pnömatik bir yapıydı. Özellikle deprem koşullarında milyonlarca insanı kısa süre içinde barındırabilecek geçici yapılar üzerine çalışmıştım. Daha sonra yine bu kapsamda çevreyi geliştirici kentleşme konusunda bir doktora tezi yazdım. Elli yılı aşan sürede ODTÜ, Gazi Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi’nde, yurtiçi ve yurtdışında hep bu konularla ilgilendim. Ekolojik mimarlık gibi alanlarda dokuz kitap yazdım. Ünlü mimar Ken Yeang’ın Ekotasarım kitabının çevirisini yaptık. Ayrıca kendi çizdiğimiz binalarda da suyu ve enerjiyi koruyan, çoğaltan, insanlara kendi çevresinde besin ve tüketim malzemesi üretimini teşvik eden bir doktrin geliştirdik. Dünya Mimarlar Birliği başta olmak üzere dünya çapındaki birçok kuruluşta görevler aldım. Dolayısıyla bu doktrinin neredeyse sıfırdan hâkim değerler dizisi haline gelmesine mutlulukla şahit oldum. Bunun yanında çevrebilimle ilgili yaklaşımlar dünyanın gelişmiş bölgelerinde olmazsa olmaz hale gelmelerine rağmen Türkiye’de maalesef çok da fazla uygulanamıyorlar. Ekoloji, Türkiye’de sadece dilde dolaşan bir kavram olmanın ötesine pek geçemiyor. Söz konusu yaklaşımın sadece derslerde anlatılmaması, kitaplarda kalmaması, fiilen hayata geçmesi, binalarda uygulanması için mücadelemizi sürdürüyoruz. Tabii bu arada çevreyle ilgili yaklaşımın ön planda olduğu yapılar yaptık. Türkiye’deki ilk ve dünyadaki en büyük toplu konut projesi olan Batıkent projesi ve İskenderun Demir Çelik İşletmeleri’nin lojmanlarının oluşturulmasında görevler aldım. Batıkent kitabı gibi dar gelirliler için toplu konutlar konusunda yazı ve kitapları ilk yazanlardan oldum. 1977’de Ankara’dan seçilmiş Türkiye’nin en genç milletvekili olarak da parlamentoda ilk toplu konut yasasını vermiştim. Yasa defalarca iptal edilip, defalarca yeniden çıkarılırken temel amacından uzaklaştırılarak, biraz daha ticarileştirilerek, çevreyle ilgili özellikleri ve dar gelirlilerin menfaatleri gözardı edilerek çıkarılmıştı. Şimdilerdeyse bu yasa bir canavara dönüştü. Belediyecilik alanında da eko ağırlıklı çalışmalar yürüttüm ve danışmanlıklarım oldu. Belediyecilik çalışmalarım kapsamında toplu konutlar yanında ilk tahsisli yol, ilk metro ve ilk yeşil kuşak projelerinde yer aldım. Dolayısıyla hep enerji, su ve çevre anlamında, binadan başlayan, sonra mahalleye, ardından ilçeye, ile ve tüm memlekete yayılacağını umduğumuz devrim niteliğindeki atılımcı programları oluşturmaya çalıştık. Yeşil Bina : Hocam peki Türkiye’deki durum için eleştirileriniz ne, nereye doğru gidiliyor? Prof . Dr. Semih Eryıldız : Mimarlık bağımlı değişkendir; içinde bulunduğu kültürün, toplumun niteliğinin ve yönetim tarzının bir ifadesidir. Onun için mimarlığın çok iyi olması ancak toplumun kültürü ve ekonomisinin iyi olmasıyla mümkündür. Bir ülkede her şey bozukken mimarlığın iyi olması beklenemez. Siyasetimiz ve yönetimimiz neyse, mimarlığımız da o kadar olur. Konuyla ilgili birçok eleştiri yapılabilir... Mesela en somutu, şimdiki cumhurbaşkanı zamanında, inşaatlar için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden yüklenicilerin, tasarımcıların ve belediye yöneticilerinin mutabakat sağlayacağı, bir uygulama ve denetim programı yapılmasını talep etmişlerdi. O zamanlar LEED gibi Yeşil Bina sistemleri de yeni yeni var olmaya başlamışlardı. Müteahhitlik dosyalarında yer alacak çevreyle ilgili basit bir denetim listesi, teknik şartnameydi talep edilen. Fakat uzun uğraşlar sonucu oluşturduğumuz bu çevresel değerlendirme ölçütlerini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne teslim etmemize rağmen müteahhitlere ek maliyet çıkardığı için kimse uygulamıyor. Devrim niteliğinde bir şeydi. Yeşil Bina : Günden güne çeşitlenen yapı malzemeleriyle ilgili yorumlarınız nelerdir? Prof . Dr. Semih Eryıldız : İç mekânlarda epoksi, alüminyum ve PVC ürünlerin kullanılmasını hoş karşılamıyorum. Yeniden dönüştürülebilen ve çevreyle ilgili malzemelere ağırlık verilmesi gerekiyor. Ürün tasarımında yeniden kullan, azalt, dönüştür çerçevesi taraftarıyız. Yeşil Bina : Sürdürülebilir mimaride çatı ve cephenin işlevi sizce nedir? Prof . Dr. Semih Eryıldız : Biz mimar olarak çatı ve cephe ayrımını kabul etmeyiz. Mimari bir bütündür... Bunun yanında çatılarda özellikle fotovoltaik benzeri uygulamaları ne olursa olsun destekliyoruz. Vatandaşa bir süre sonra zarar vermeyecek uygulamaların yanındayız. Bazı kolektörlerin kısa sürede paslanması gibi sorunları şiddetle kınıyoruz ama onun dışında en basit kolektör sistemlerine bile taraftarız. Akdeniz ve Ege’de çok büyük bir güneş enerjisi potansiyelimiz var. Fakat ucuz ve kalitesiz ürünlere yoğun talep olması, bu potansiyeli doğru kullanamamamıza neden oluyor. Cepheyle ilgili ise çift cephe ve trombe duvarların çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Çift cephe yapılması halinde kontrol edilebilir bir ara mekân yaratılarak binanın ısı kayıp ve kazançlarının çok iyi bir şekilde düzenlenebileceği kanaatindeyim. Ayrıca cephe ve çatının özellikle “yenebilir” bitkilerle kaplanması taraftarıyım. Bina kabuğuna yapılan bitkilendirmenin, sağladığı gölgelemenin yanında mutlaka gıda olarak kullanılması, koparılıp yenmesi gerektiğine inanıyorum. Yani bir asmanın veya narçiçeğinin herhangi bir süs bitkisinden çok daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Yalıtımın doğru yapılması gerektiğine de inanıyoruz. Her yalıtım iyi değildir. Mesela bir bina, hiç nefes alma imkânı vermeden, yönüne-bölgesine, proje ayrıntılarına dikkat etmeden yalıtıldığında hem içinde yaşayan insanlara hem de kendine eziyet eder. Bir felakete yol açar. İlginizi çekebilir... Form Şirketler Grubu Yürütme Kurulu Başkanı Tunç Korun: "Her Geçen Yıl Ar-Ge Çalışmalarımız ve Yerli Üretimlerimizle Ürün Gamımızı Genişletiyoruz"Form Şirketler Grubu Yürütme Kurulu Başkanı Tunç Korun, şirketlerinin başarılı performansını, geliştirdikleri yeni ürünleri ve hedeflerini dergimize a... Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı Sektör GörüşleriAvrupa Birliği Yeşil Mutabakatı konusunda, yapı malzemeleri sanayicilerine, sektörümüzün önde gelen firma temsilcilerine mutabakatın yaratacağı yeni d... Sıfır Enerjili Binalar'a Ulaşmak Hiç Zor DeğilTürkiye'nin sadece binalarda kullanmak için her sene yaklaşık 15 milyar dolar enerji ithal ettiğini dile getiren Zero Build Genel Sekreteri Özgür ... |
||||
©2024 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Ş. | Sektörel Yayıncılar Derneği üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.