Yeşil Bina Dergisi 16. Sayı (Kasım-Aralık 2012)
44 YEŞİL BİNA / ARALIK 2012 ve yarattıkları türlü çeşitli sendromlar, dünyanın ve üzerinde yaşayanların sağlı- ğını hiç mi etkilemiyordu?.. Bu soruyu hiç sormuyorlardı. Yani sadece dışımızdaki bir nedenle oluşan büyük bir evrensel ders ya da tokat mı, “sonumuz geldi!..” feryadı mı çevirecekti bizi yattığımız yeri ve yemek çanağımızı pisletmekten?.. Sadece korkudan mı vazgeçecektik fosil yakıtlardan ve nükleer macerasın- dan; yoksa bize her türlü nimeti sunan dünyayı sevmemizin gereği olarak, koru- yup kollamak gerektiğinin bilinci ile yap- mamız gereken zaten bu değil miydi?.. Yani korkudan değil de saygıdan ötürü çeki düzen veremez miydik yaşantımıza?.. İlle de büyük felaket mi gerekecekti küçük yanlışlardan vazgeçmek için?.. Genellikle düşülen, “iki ayrı yanıltıcı beyana” da dikkat çekmek isterim. Ağaç- lar dahil, yerkabuğu üstünde yetişen bitki- sel ürünlerin yanmasından oluşan karbon miktarı, yetişirken doğadan aldığından bir fazla olamaz. Aksi, eşyanın tabiatına aykırıdır. Karbondioksit salımı yüzünden biyodizel, petrolden daha tehlikeli demek asparagas olur o yüzden. Topladığı kar- bondan daha azını geri verdiği için küresel ısınmaya değil, soğumaya neden olacağı rahatlıkla söylenebilir bitkisel yakıtların. Ya da, yine sevgili arkadaşım Prof. Dr. Engin Türe’nin yıllardır kamuoyunu ikna etme gayreti içinde olduğu, “ülkemizin enerji sorununu çözebilecek önem ve değerdedir” diyerek dikkat çektiği; tatlı Sorgum benzeri, çok yüksek kalorili enerji bitkilerini tarımla rekabet etmeyecek çorak yerlerde yetiştirmek ve enerji amaçlı kullanmak, “doğaya ve tarıma ihanettir” diyebilmek, önemli ölçüde bilgi noksanı- dır, düpedüz cehalettir... Konuya, “yenebilecek iken, tarım- sal ürünlerin yakıt amaçlı kullanılması ne kadar doğrudur?” demek ve besin alanlarının azalma endişesi açısından bakmak başka şey, bu girişimlere fosil yakıtlardan “daha tehlikeli” demek başka şeydir. Yukarıdaki dengeyi bozan, toprağı kazarak, aşağıdan çıkardığımız petrol, doğalgaz ve türevleri ile kömürü yakmaktır bilindiği gibi. “Bir kaşık atığı var ne olmuş?” bilgisizliği ile nükleere bel bağlayıp nesiller boyu radyoaktif kirlilik yaratmaktır. İkinci genel sıkıntı ise, zihin- lerde yaratılan “kıtlık” bilincidir. “Çaresi- ziz!” yanılsaması ile karanlık bir gelecek senaryosuna toplumsal katkı sağlayarak “toplumlarda aslen var olan çözüm ener- jisini, kullanmadan tüketmektir.” Ve de her şeyin arkasında “para mafyası arama” takıntısıdır. Çamur sevenlere!.. Bu arada, bataklık alanda yetiştiği için sera etkisine neden oluyor korkusu ile pirince dahi çamur atmaya çalışan bazı gıda uzmanı hocaların durumu dikkat çekicidir. “Çinliler, Japonlar hatta pilava bayılan Türkler ölsün!..” demekle eşde- ğerdir bu tespit... Muhallebi, sütlaç ve çocuk mamaları da tehlikede bu gidişle. Tam bir hedef saptırmadır bu. Çözümden uzaklaştırmadır. Bunun farkında değil- lerse, daha da vahim demektir durum. Vebali boyunlarına!.. Kolestrol benzeri bir öcü yaratıp, ilaç sektörü iyice doyduktan sonra pişman olmaya benzemesin sonları. Ünlü bir tıp profesörümüz, “Tıbbın en son tutkusu ve yanlışı, olmayan hastalığı yaratıp, tedavisini satmak” demiş. Ağzına sağlık... Vaktiyle sivrisinek yapmasın diye bataklıkları kurutmaya çalışan işgüzarlar yüzünden doğal dengelerin bozulduğunu, çok sonra fark etmişti biyologlar ve tüm insanlar. Tam tersini de, büyük barajlar yapmakta bilindiği gibi. “Su akarken bak- mak olmaz!” deyip dev barajlarda suyu toplamak da, 100 yılı geçemeyen kısacık işlevsel ömrü boyunca muazzam bir su kütlesi ile canına okumaktadır iklimsel ve yaşamsal dengelerin. İşlevi sona erdi- ğinde ise geride başa bela dev bir beton hurdası ile dev bir çamur çukuru bıraka- rak bir daha okuyacaktır doğanın canına!.. Var olanı yok ederek ve olmayanı var ederek, yani mevcut dengeleri bozarak, sonunda yine içine etmekteyiz doğanın. Son beş yılda irili ufaklı yüzlerce barajı sırf bu yüzden, yani, astarı yüzünden pahalı olduğu ve günahı sevabından fazla geldiği anlaşıldığı için yerle bir eden Amerika’nın davranışı çok dikkat çekicidir. Tam, temiz enerji olduğuna inandırı- lırken, geride kaç leşi olduğu anlaşılınca köşe bucak kaçılan koskoca barajlara nispet, nükleer enerjiyi de tertemiz diye nitelemeye kalkışanlar bence derin derin düşünmeli. Ve yine Amerika’nın, ener- jinin akıllıca kullanılması ve üretilmesi sayesinde, 78’den bu yana yeni santral yapmaksızın 107 bin MW kapasiteli 97 nükleer santral ihalesini neden iptal etti- ğine kafa yormalı. Bu konularda akademik bir köşeden heyecanlı açıklamalar yapacaksak, önce kendi heyecanımızı kontrol altına almamız faydalı olacaktır bence. Elden gelen Evet, kainatın ve dünyamızın durumu bu. Bence anahtar soru da şu: Acaba elimizden geleni, hakkaniyetle yapabiliyor muyuz?.. Bireysel, bölgesel ve siyasal rantları göz ardı edip, insanların ve dünyanın sağ- lığı adına yeterli ölçekte endişe taşıyor muyuz?.. Dışımızdaki faktörlerin ağırlıklı olarak etkin olduğu evrensel geleceği etki- leyemesek bile, yaşamsal riskleri azalt- mak adına bir şeyler yapabiliyor muyuz?.. 50-100 yıllık enerji çözümleri niyetine, doğada binlerce yıllık tahribat yarataca- ğımızı hiç sorguluyor muyuz?.. Özetle, küresel ısınma ve nedenleri konusunda fikir birliğine varamasak da, üzerinde yaşadığımız dünyaya ve birlikte yaşadığımız insanlara saygının gereğini, hayatımıza yansıtabiliyor muyuz?.. GÖRÜŞ C M Y CM MY CY CMY K
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=